- safiravukatlik.com.tr
- HMK Hukuku
- Mayıs 2, 2024
Yargıtay HGK. 18.5.2022 Tarihli ve 2022/397 E.,
2022/701 K. Sayılı İlamı
MAHKEMESİ : Yargıtay 11.
Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki
“tazminat” davasından dolayı Yargıtay 11. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi
sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın usulden reddine ilişkin verilen
karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunca
yapılan inceleme sonunda önce onanmış, davacı vekilinin karar düzeltme istemi
üzerine kararın bozulmasına karar verilmiş ve Özel Dairece, Hukuk Genel
Kurulunun bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı
vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca
dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili
02.03.2015 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkili aleyhine açılan ihtiyatî
tedbir istemli tespit davasında yapılan tespit sonucu bilirkişi raporu
alındığını ve 12.08.2010 tarihinde verilen ek karar ile depodaki tohumların
satılmaması için uygun koşullarda saklanmak üzere ihtiyatî tedbir konulmasına
ve yediemine tevdiine karar verildiğini, bu kararı veren Antalya 1. Asliye
Ticaret Mahkemesinin davada görevli olmadığını, bu nedenle verilen tedbir
kararı geçersiz olduğu gibi aynı zamanda gereksiz olduğunu, ayrıca müvekkili
tarafından itiraz edilmiş ve böylece kesinleşmemiş bir tespit raporuna
dayanarak tedbir uygulanmasının hatalı olduğunu, dosyanın görevsizlikle
gönderildiği fikri sınai haklar mahkemesi sıfatı ile Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince
de gerek müvekkili şirketin aldığı tespit raporları gerek yedieminin tohumların
bozulacağına dair dilekçesi gerek bilirkişi raporları ve gerekse de tarafların
itirazlarına rağmen hâkimlerin ihtiyatî tedbir ile ilgili gerekli tedbirleri
aldırmadıkları gibi itirazları da değerlendirmediklerini, dört yıl boyunca tüm
itirazlara rağmen ihtiyatî tedbiri kaldırmayarak uzun süre uygun olmayan
depolama koşullarında kalan tohum materyallerinin çimlenme özelliğini
yitirmesine ve çürümesine neden olunduğunu, fikri ve sınai haklar mahkemesi
sıfatıyla Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın esasına dair
kararın Yargıtay 11. Hukuk Dairesince bozulduğunu, bozma kararında davanın
ıslahçı payına ilişkin olmadığının, uyuşmazlığın genel hükümler çerçevesinde
görülmesi gerektiğinin belirtildiğini, bu durumda tüm aşamalar boyunca 5042
sayılı Kanun gereğince verilen ve devam ettirilen tedbir kararlarının da hukuka
aykırı olduğunun netlik kazandığını, bu şekilde farklı bir anlam yüklenemeyecek
kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması
nedeniyle müvekkili şirketin ciddi zarara uğradığını, zararın 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46. maddesi gereğince davalı idareden tazmininin
gerektiğini, ancak dava dosyasında çok sayıda bilirkişi raporu bulunması ve
yargılama aşamasında alınacak bir bilirkişi raporu sonucu gerçek zararın ortaya
çıkacak olması nedeniyle şimdilik davanın belirsiz alacak davası olarak
açıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; bozulan
tohumlara ilişkin şimdilik 10.000TL, bu tohum materyalleri için 1995 yılından
beri yapılan yatırım ve Ar-Ge çalışmaları dâhil masraflara ilişkin şimdilik
10.000TL, bu tohumlar nedeniyle satışından elde edeceği ve mahrum kaldığı üç
yıllık kâra ilişkin şimdilik 10.000TL olmak üzere toplam 30.000TL belirsiz
tazminat alacağının olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan
tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı … Hazinesi
vekili 21.04.2015 havale tarihli cevap dilekçesinde; davanın süresinde
açılmadığını, HMK’nın 46. maddesinde gösterilen sınırlı ve sayılı durumları
ifade eden sorumluluk nedenlerinin koşullarının oluşmadığını, ayrıca HMK’nın
48. maddesine göre dayanılan sorumluluk nedenlerini ispata yarayacak yeterli
delil de sunulmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
6. İhbar olunan hâkimler
yargılamaya katılmamışlar ve beyanda bulunmamışlardır.
Özel Daire Kararı:
7. Yargıtay 11. Hukuk
Dairesinin 22.12.2015 tarihli ve 2015/2 E., 2015/1 K. sayılı kararı ile;
HMK’nın 107. maddesiyle birlikte, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanun’da (HUMK) yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit
davasının kabul edildiği, bu düzenleme ile davanın açıldığı tarih itibariyle
uyuşmazlığa konu alacak miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenememesi hâline mahsus olarak davacıya belirsiz alacak davası açma hak
ve imkânı tanındığı, miktar veya değerin belirlenememe hâlinin varlığı için
davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin
belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif
olarak imkânsızlığa dayanması gerektiği, madde gerekçesinde de yer aldığı üzere
davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa böyle bir dava
açılamayacağı, zira miktar veya değerin bilindiği durumlarda belirsiz alacak
davası açılmasının hukukî yarardan yoksun olduğu, miktar veya değerin bilindiği
ihtimallerde, davacının kullanması gereken imkânın HMK’nın 109. maddesinde
düzenlenen kısmi dava olduğu, kategorik olarak belirli bir tür davanın veya
belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası
olduğundan da söz edilemeyeceği, alacağın hangi hâllerde belirsiz, hangi
hâllerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma
yapılmasının mümkün olmayıp her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın
özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesinin gerektiği, HMK’nın 107/2.
maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verildiği,
bu fıkrada karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı
veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda
davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında
belirtmiş olduğu talebini artırabileceğinin hüküm altına alındığı, madde
gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da
delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu” belirlenebilme hâlinin
açıklandığı, davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için
elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava
açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve
dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan
bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hâle geleceği durumlarda alacağın
belirsiz kabul edilmesi gerektiği, alacağın miktarının belirlenebilmesinin
tahkikat aşamasında delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif
gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak
davası açılabileceğinin kabul edilmesi gerektiği, ne var ki bir davada
bilirkişi incelemesine gidilmesinin belirsiz alacak davasının açılabilmesi için
yeterli olmadığı, bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava
açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa belirsiz alacak davası
açılamayacağı, bu nedenle şartları bulunmadığı hâlde dava dilekçesinde davanın
belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumlarda davacıya herhangi bir süre
verilmeden hukukî yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmesi gerektiği,
HMK’nın 114/1-h maddesinde hukukî yarar dava şartları arasında sayılmış olup,
böyle bir eksikliğin HMK’nın 115/2. maddesi uyarınca giderilebilecek dava
şartları arasında da görülemeyeceği, davacı tarafa bu amaçla ek bir süre
verilmesinin de mümkün olmadığı, bu açıklamalar ışığında somut olaya
dönüldüğünde davacı vekili “belirsiz alacak davası” olarak niteleyerek davasını
açmış ise de, delil olarak dayanılan Antalya 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/60
D. İş sayılı delil tespit dosyası incelendiğinde, davacının talebi üzerine
yapılan 17.09.2015 tarihli delil tespit raporunda davacının, davaya konu olay
sebebiyle uğradığı zarar, Ar-Ge çalışmaları için yapılan harcamalar yönünden
3.300.000TL, domates, biber ve hıyar çeşit ve hatları için yapılan harcamalar
yönünden 2.475.000TL, mahrum kalınan kâr yönünden ise 5.875.000TL olarak
belirlendiği, söz konusu rapora davacı tarafın herhangi bir itirazının da
bulunmadığı, bu itibarla bu davanın açıldığı tarih itibariyle davacının
uğradığını ileri sürdüğü zarar miktarı belirlenebilir nitelikte olduğu hâlde
davacı tarafça “belirsiz alacak davası” açılmasının HMK’nın 107. maddesindeki
düzenlemeye açıkça aykırı olduğu gerekçesi ile davanın hukukî yarar yokluğu
sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunun
Onama Kararı:
8. Yargıtay 11. Hukuk
Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili
temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Hukuk Genel Kurulunun
22.11.2017 tarihli ve 2016/11-1239 E., 2017/1398 K. sayılı kararı ile Özel
Daire kararının onanmasına oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunun
Bozma Kararı:
10. Hukuk Genel Kurulunun
onama kararına karşı süresi içinde davacı vekili karar düzeltme isteminde
bulunmuştur.
11. Hukuk Genel Kurulunun
26.02.2019 tarihli ve 2019/11-4 E., 2019/202 K. sayılı kararı ile; “…Somut olay
bakımından davacı şirketin belirsiz tazminat alacağı davasına konu ettiği;
tohumların bedeli, tohumlar için yapılan yatırım ve Ar-Ge çalışmaları dahil
masraflar ve tohumların satışından elde edeceği ve mahrum kaldığı kâra ilişkin
talepleri ile ilgili olarak zararın varlığının ve miktarının belirlenebilmesi,
ancak yargılama sırasında delilerin toplanıp değerlendirilmesinden sonra mümkün
olabilecektir. Bu nedenle davacının iddia ettiği zararın dava tarihi itibariyle
miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan
beklenemeyeceği kabul edilmelidir.
Davacı şirketin talebi
üzerine Antalya 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/60 D.İş sayılı dosyasında
düzenlenen 17.09.2015 tarihli delil tespit raporunda davacının davaya konu olay
sebebiyle uğradığı zararın, Ar-Ge çalışmaları için yapılan harcamalar yönünden
3.300.000,00TL, domates, biber ve hıyar çeşit ve hatları için yapılan
harcamalar yönünden 2.475.000,00TL, mahrum kalınan kâr yönünden ise 5.875.000TL
olduğu belirtilmiş ise de, sözü edilen delil tespiti raporunun dışında dosya
kapsamında birçok bilirkişi raporu bulunduğu, bu raporların birbiri ile ve
delil tespiti raporu ile çelişkili olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki davacı
tarafça dava açılmadan önce delil tespiti yaptırma yoluna gidilmiş olmasının,
davaya konu edilen zarar veya alacak miktarının belirli hâle getirdiği şeklinde
yorumlamak Kanunun amacına aykırıdır.
Ayrıca, hâkimin hukuki
sorumluluğunu düzenleyen HMK’nın 46. ve devamı maddelerinde, kategorik olarak
bu tür davaların belirsiz alacak davası olarak açılamayacağına ilişkin bir
düzenleme bulunmadığı da göz önünde bulundurulduğunda, Yasa koyucunun amaçlamadığı
bir sonuca ulaşmanın isabetli olduğundan söz edilemez.
Belirtilen nedenlerle,
davacı şirketin davaya konu taleplerinin belirsiz alacak davasına konu
olabilecek nitelikte olduğu ve dava tarihi itibariyle zararın miktar ve
değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği
anlaşılmakla HMK’nın 107. maddesine uygun olarak, aradaki hukuki ilişkiyi ve
asgari bir miktar veya değeri belirtmek suretiyle dava açabileceği sonucuna
varılmıştır.
Bunun yanı sıra, somut
olayda davacının iddia ettiği zararın varlığını ve miktarının tespiti açısından
hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâlihazırda
korunmaya değer bir yararı bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak
için bir mahkeme kararına muhtaç konumda bulunduğundan, eldeki davayı açmasında
hukuki yararı bulunmadığını kabul etmek mümkün değildir.” gerekçesiyle Özel
Dairenin kararı oy çokluğu ile bozulmuştur.
Özel Dairenin Direnme
Kararı:
12. Yargıtay 11. Hukuk
Dairesinin 12.11.2019 tarihli ve 2019/1 E., 2019/4 K. sayılı kararı ile;
“…Dairemizin 2015/5542 E. – 2015/12579 K. Sayılı kararında da ilkeleri ortaya
konulduğu üzere, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 107. Maddesiyle birlikte, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak
ve tespit davası kabul edilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın 107. Maddesinde yer
alan;
“(1) Davanın
açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu
hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek
suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği
bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına
tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3) Ayrıca, kısmi eda
davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda
hukuki yararın var olduğu kabul edilir”
Şeklindeki düzenleme ile
davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacak miktarı veya
değerinin tam ve kesin olarak belirlenememesi haline mahsus olarak davacıya
belirsiz alacak davası açma hak ve imkanı tanınmıştır. Miktar veya değerin
belirlenememe halinin varlığı için, davacının gerekli dikkat ve özeni
göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten
beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanması
gerekmektedir. Madde gerekçesinde de yer aldığı üzere “Açılacak davanın
miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz”.
Zira, miktar veya değerin
bilindiği durumlarda belirsiz alacak davası açılması hukuki yarardan yoksundur.
Miktar veya değerin bilindiği ihtimallerde, davacının kullanması gereken imkan
HMK 109. maddesinde düzenlenen kısmi davadır.
Kategorik olarak, belirli
bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya
belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Alacağın hangi hallerde
belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir
sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından
somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.
Nitekim öğretide “Talep sonucunun belirlenmesinin imkansız olması” halinde de,
belirsiz alacak davası açılamaz. Bu imkansızlığın bir “objektif imkansızlık”
olması gerektiği savunulmuştur (Ş. Görgün, L. Börü, B. Toraman, M. Kodakoğlu,
Medeni Usul Hukuku, s.279). Canıtez, yeni bir aracın yanması halinde zararın
tespiti kolay olacağından belirsiz alacak davasına konu olamayacağını
belirtmiştir. Yine yazara göre, bilirkişi incelemesine ihtiyaç duyulan her
durumda alacağın belirsiz olduğunun kabulü mümkün değildir. Keza alacak miktarı
hakkında uyuşmazlık bulunması de talep sonucunun belirlenmesinin beklenemeyecek
hal olması anlamına gelmez. Dava (H. Pekcanıtez, Medeni Usul Hukuku, C.2,
s.1028 vd., dn.232). 6100 sayılı HMK’nın 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde
yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında,
karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya
değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının,
iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş
olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de
“karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin
incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif
incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır. Belirsiz alacak
davası açan davacı, dava dilekçesinde neden alacak miktarını tam olarak
belirleyemediğini ortaya koyması gerekir (M. Atalı, İ. Ermenek, E. Erdoğan,
Medeni Usul Hukuku, s.336).
Davacının alacağının
miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve
belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde
ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının
belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla
mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Alacağın miktarının
belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi,
bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu
durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var
ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının
açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına
rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak
davası açılamaz.
Bu noktada şu da açıklığa
kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın
belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre
verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmesi gerekmektedir.
HMK 114/1-h maddesinde hukuki yarar dava şartları arasında sayılmış olup, böyle
bir eksiklik HMK 115/2 maddesi uyarınca giderilebilecek dava şartları arasında
da görülemeyeceğinden, davacı tarafa bu amaçla ek bir süre verilmesi de mümkün
değildir.
Bu açıklamalar ışığında
somut olaya dönüldüğünde; davacı vekili dava dilekçesinin birinci sayfasında
“belirsiz alacak davası” olarak niteleyerek davasını açmış ise de, dava dosayı
ile delil olarak dayanılan Antalya 3.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/60 D.İş sayılı
delil tespit dosyası birlikte değerlendirildiğinde, davacının hangi miktar
hangi miktar tohumuna el konulduğunun sabit olduğu, tohum araştırmaları için ne
kadar süre çalışma yaptığı ve hangi miktarda masraf yaptığının bizzat kendi
kayıtlarıyla sabit olduğu, kötü koşullarda muhafaza nedeniyle tohumların
tamamının telef olduğunun da sabit olduğu, kendisi de tohum satıcısı olduğu
için her bir tohumun birim fiyatının ne olduğu, kendisince hangi kar oranında
satıldığı ve ne miktarda kardan mahrum kalındığının kendisince bilindiği gibi,
bu durumu bir kez de davadan önce delil tespit raporuyla da tevsik ettirdiği,
buna göre zararın bizzat davacının talebi üzerine yapılan 17.09.2015 tarihli
delil tespit raporunda davacının, Ar-Ge çalışmaları için yapılan harcamalar
yönünden 3.300.000 TL, domates, biber ve hıyar çeşit ve hatları için yapılan
harcamalar yönünden 2.475.000 TL, mahrum kalınan kâr yönünden ise 5.875.000 TL
olarak belirlendiği, yargılama sırasında bilirkişi raporu alınacak olmasının
veya ileri sürülen miktara davalının karşı çıkmasının, davacının zararını
bilemeyeceği anlamına gelmediği, zira raporun ileri sürülen iddia ve
savunmaları denetlemek amacıyla alınmasının gerekeceği, söz konusu rapora
davacı tarafın her hangi bir itirazının da bulunmadığı, bu itibarla bu davanın
açıldığı tarih itibariyle davacının uğradığını ileri sürdüğü zarar miktarı
belirlenebilir nitelikte olduğu halde davacı tarafça “belirsiz alacak davası”
açılması HMK 107. maddesindeki düzenlemeye açıkça aykırı bulunduğundan davanın hukuki
yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerekir” gerekçesiyle
direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının
Temyizi:
13. Direnme kararı süresi
içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu
Kararı:
14. Hukuk Genel Kurulunun
23.06.2020 tarihli ve 2020/11-228 E., 2020/444 K. sayılı kararı ile;
“…II. ÖN SORUN
14. Hukuk Genel Kurulunda
yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan
yargılamada, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin kararının Hukuk Genel Kurulunca
bozulması üzerine Özel Daire tarafından direnme kararı verilip verilemeyeceği
hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
III. GEREKÇE
15. Dava, 6100 sayılı
HMK’nın 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
16. 6100 sayılı HMK’nın
46. maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmış olup,
“(1) Hâkimlerin yargılama
faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat
davası açılabilir:
a) Kayırma veya taraf
tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı
bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat
edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş
olması.
c) Farklı bir anlam
yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm
verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında
mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları
ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen
bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş
ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine
getirilmesinden kaçınılmış olması.”
Şeklinde düzenlenmiştir.
17. HMK’nın “Davaların
açılacağı mahkeme” başlıklı 47. maddesinde de “Devlet aleyhine açılan tazminat
davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından
dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile
kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay
Dördüncü Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Dava, bu
dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama
Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi
Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesine, kararı veren başkan ile
üyeler katılamaz.
(2) Devletin sorumlu
hâkime karşı açacağı rücu davası, tazminat davasını karara bağlamış olan
mahkemede görülür.” hükmü getirilmiştir.
18. HMK’nın 373.
maddesinde ise “İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında
direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen
dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını
yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel
Kuruluna gönderir.” düzenlemesi mevcuttur.
19. Anılan mevzuat
hükümlerinde, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve
kararlarından dolayı, Devlet aleyhine açılan tazminat davalarının Yargıtay
ilgili hukuk dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görüleceği ve verilen
kararların temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı
düzenlenmiştir. Buna göre Hukuk Genel Kurulunun yapacağı temyiz incelemesi
sonucunda Özel Daire kararı bozulduğu takdirde Özel Daire kendiliğinden
tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Hukuk Genel Kurulunun bozma
kararına uyulup uyulmayacağına karar verecektir.
20. Hâkimlerin hukuki
sorumluluğunu düzenleyen HMK’nın 46 ve devamı maddelerinde ayrı bir yargılama
usulü öngörülmediğinden hâkimlerin fiillerinden dolayı tazminat istemlerine
ilişkin yargılamalar HMK’daki usule göre yapılacaktır. HMK’nın 373. maddesine göre
ilk derece mahkemesi ve bölge adliye mahkemesi Yargıtayın bozma kararına
direnebileceğinden ilk derece mahkemesiyle yargılama yapan Özel Daire de Hukuk
Genel Kurulunun bozma kararına direnebilecektir. Bu nedenle oy çokluğu ile ön
sorun bulunmadığı sonucuna varılarak Özel Daire direnme kararının yerinde olup
olmadığının incelenmesine geçilmiştir.
21. Yargıtay 11. Hukuk
Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın
usulden reddine ilişkin verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi
üzerine Hukuk Genel Kurulunun 22.11.2017 tarihli ve 2016/11-1239 E., 2017/1398
K. sayılı kararı ile onanmış, davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine
Hukuk Genel Kurulunun 26.02.2019 tarihli ve 2019/11-4 E., 2019/202 K. sayılı
kararı ile kararın bozulmasına karar verilmiş, bozma kararına karşı Yargıtay
11. Hukuk Dairesince direnilmesi üzerine verilen direnme kararı davacı vekili
tarafından süresi içinde temyiz edilmiştir.
22. 6100 sayılı HMK’nın
373. maddesi gereğince yapılan inceleme sonucunda, Hukuk Genel Kurulunca
verilen 26.02.2019 tarihli ve 2019/11-4 E., 2019/202 K. sayılı kararın usul ve
yasaya uygun olduğu ve Özel Dairece verilen direnme kararının yerinde olmadığı
sonucuna varılmıştır.
23. Hukuk Genel Kurulunda
yapılan görüşmeler sırasında, Özel Dairece verilen direnme kararının yerinde
olduğu ve bu nedenle onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş
Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.
24. Hâl böyle olunca
Yargıtay 11. Hukuk Dairesince verilen direnme kararının incelenmesi için
dosyanın Yargıtay Büyük Genel Kuruluna gönderilmesi gerekmektedir.”
gerekçesiyle davacı vekilinin direnme kararına ilişkin temyiz itirazlarının
incelemesi yapılmak üzere dosyanın Yargıtay Büyük Genel Kuruluna gönderilmesine
oy çokluğuyla karar verilmiştir.
Yargıtay Büyük Genel
Kurulu Kararı:
15. Yargıtay Büyük Genel
Kurulunun 26.01.2022 tarihli ve 2022/1 E., 2022/1 K. sayılı kararı ile; “…İlk
derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan 11. Hukuk Dairesinin verdiği direnme
kararının temyizen inceleme görevinin, Yargıtayın hangi karar organına ait
olduğunun belirlenmesi, öncelikle çözülmesi gereken meseledir.
HMK’nın 46. maddesi
uyarınca, maddede sayılan sebeplere dayalı, Devlet aleyhine tazminat davası
açılabilir. Devlet aleyhine açılacak tazminat davası, ilk derece ve bölge
adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay ilgili
hukuk dairesinde, ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Verilen kararların
temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır ( HMK m 47 ).
Maddenin değişiklikten
önceki halinde Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda
olanların fiil ve kararlarından dolayı açılacak tazminat davalarının ilk derece
mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda görüleceği, Yargıtay Hukuk
Genel Kurulunun vermiş olduğu kararlara karşı temyiz incelemesinin, Yargıtay
Büyük Genel Kurulunda yapılacağı öngörülmekteydi.
İlk derece mahkemesi
sıfatıyla davaya bakacak Hukuk Genel Kurulunun, o tarihte 47 olan üye sayısı
ile duruşma yapması, temyiz incelemesini yapacak Yargıtay Büyük Genel Kurulunun
ise o tarihte 469 olan üye sayısı ile toplanmak zorunda kalmasının doğuracağı
sorunlar gözetilerek, 6644 sayılı Kanunla değişiklik yapılmış, yapılan
düzenlemeyle görevli daireler belirlenmiş ve bu dairelerin kararlarına karşı
yapılacak temyiz incelemesinin Yargıtay Büyük Genel Kurulu yerine Hukuk Genel
Kurulunda yapılacağı belirtilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının, mahkemelerin kuruluşu başlıklı 142. maddesine göre mahkemelerin
kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri ancak kanunla
düzenlenebilir. Aynı doğrultuda Hukuk Muhakemeleri Kanununun 1. maddesine göre
mahkemelerin görevi ancak kanunla düzenlenebilir. Kanuna dayanmayan ve
kuruluşunu kanundan almayan hiçbir kimse veya organ yargı görevi yapamaz.
2797 sayılı Yargıtay
Kanununun 1. maddesine göre; Yargıtay adliye mahkemelerince verilen karar ve
hükümlerin son inceleme mercii olup 3. maddede belirtilen karar organlarından;
Hukuk Genel Kurulunun görevleri 15. maddede, Yargıtay Büyük Genel Kurulunun görevleri
ise 16.maddede sayılmıştır. Bu hükümlere göre Hukuk Genel Kurulu, ilk derece
mahkemesi olarak ilgili dairelerce verilen hükümlerin temyiz yoluyla
incelemesini de yapmakla görevlidir. Yargıtay Büyük Genel Kurulunun, Hukuk
Genel Kurulunun kararlarına karşı temyiz inceleme görevi bulunmamaktadır.
Hukuk Muhakemeleri
Kanununun 47. maddesinde, 6644 sayılı kanunla yapılan değişiklikle, bu tür
davaların açılacağı mahkemeler ile verilen kararların temyizi halinde temyiz
incelemesini yapacak merci belirtilmiş ise de Hukuk Genel Kurulunun temyiz
incelemesi sonucu verdiği kararlara karşı yasa yolu belirtilmemiştir.
Hukuk Muhakemeleri
Kanununun 373. maddesinin 7. bendi gereğince ilk derece mahkemesi, Hukuk Genel
Kurulunun verdiği karara uymak zorundadır. Açıklanan nedenlerle yasa yolu
incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca nihayete erdirileceğinin kabulü
gerekmektedir.
Üç dereceli yargılanma
hakkına karşı, iki dereceli yargılamanın adil yargılanma hakkına aykırı olduğu
savunulabilir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36. maddesi ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 6. maddesine göre herkes davasını, medeni hak ve yükümlülükleriyle
ilgili uyuşmazlıklarda, yasa ile kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından hakkaniyete uygun görülmesini isteme hakkına sahiptir. Bunun yanında
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin
Korunmasına İlişkin Sözleşmeye ek 7 No’lu protokolün 2.maddesine göre, bir
mahkeme tarafından verilen kararın daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme
hakkı gerekmekte ise de ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek
mahkemede yargılandığı hallerde bu husus istisnaya tâbi tutulmuştur. AİHS’in 6.
maddesi mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkını
güvence altına almaktadır. Ancak bir devlet, kendi takdirine bağlı olarak kanun
yolu başvuru yöntemleri belirleyebilir.
Somut olayda, davacı
tarafından açılan tazminat davası, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yüksek
mahkemenin bir dairesi tarafından karara bağlanmıştır. Bu kararın temyizi
üzerine Yargıtay’ın bir başka organı tarafından temyiz incelemesi yapılmış
olduğundan, iki dereceli yargılama ile adil yargılanma hakkı sağlanmıştır.
Yukarıda açıklandığı
üzere, yasa koyucu, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda
olanların fiil ve kararlarından dolayı yapılan yargılamaların temyiz
incelemesini HMK’da 6644 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle Hukuk Genel
Kurulunun vereceği karar ile sonlandırmıştır.
Anayasanın ve Hukuk
Muhakemeleri Kanununun yukarıda sözü edilen hükümleri uyarınca, ancak kanunla
belirlenmesi gereken ve kamu düzenine ilişkin olduğunda şüphe bulunmayan
görevli merciin yorum ya da kıyas yoluyla ihdas edilmesi mümkün değildir.
Yargıtay Büyük Genel Kurulunun temyiz inceleme görevi bulunmadığından 11. Hukuk
Dairesinin direnme kararının temyiz incelemesi hakkında bir karar verilmek
üzere dava dosyasının Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.”
gerekçesiyle dosyanın incelenmeksizin Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar
verilmiştir.
II. ÖN SORUN
16. Hukuk Genel Kurulunda
yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan
yargılamada, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin kararının Hukuk Genel Kurulunca
bozulması üzerine Özel Daire tarafından direnme kararı verilip verilemeyeceği
hususu ön sorun olarak tartışılmış, Hukuk Genel Kurulunun 23.06.2020 tarihli ve
2020/11-228 E., 2020/444 K. sayılı kararının 15 ilâ 20. paragraflarında
belirtilen gerekçelerle ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Özel
Dairece, Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına direnebileceği, bu nedenle oy
çokluğu ile ön sorunun bulunmadığı sonucuna varılarak Özel Daire direnme
kararının temyiz incelemesine geçilmiştir.
III. GEREKÇE
17. Uyuşmazlığın çözümü
için öncelikle belirsiz alacak davasının hukukî niteliğinden bahsetmekte yarar
bulunmaktadır.
18. Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 107. maddesiyle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan
yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
19. Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun “Belirsiz alacak ve tespit davası” başlıklı 107. maddesinin
28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) ile değiştirilmeden önceki metninde;
“1- Davanın açıldığı
tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu
hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek
suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2- Karşı tarafın verdiği
bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına
tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3- Ayrıca, kısmi eda
davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda
hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” düzenlenmesi bulunmakta iken; 7251
sayılı Kanun’un 7. maddesi ile madde başlığı “Belirsiz alacak davası”; 2.
fıkrası “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı
veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim
tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde
davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin
olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar
veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde değiştirilmiş; maddenin
3. fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.
20. Hükümet tasarısında
yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından
esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak
arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf
edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde
korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
21. Bu Kanun hükmünün
pratik sonucu özellikle tazminat davalarında görülecek; dava tarihinde (hesap
güçlüğü ya da zarar verici durumun gelişmekte olması dolayısıyla) zararının
miktarını tespit edemeyen davacı, davasını küçük bir tutarla açarak, daha sonra
(zarar tutarını belirlemek mümkün hâle gelince), ıslah yoluna başvurmadan
talebini artırabilecektir (Kuru, Baki/Budak, Ali Cem: Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı
2011/5, s. 13).
22. Davanın belirsiz
alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle
uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı
tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli
dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin
kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak
imkânsızlığa dayanmalıdır.
23. Madde gerekçesinde;
“Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukuki korumanın ötesine geçilerek
“etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği
belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî
ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak
bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit
edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin
mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte
alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin
kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının,
hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak
davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için,
dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi
mümkün olmaması ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak
veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı
tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve
tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası),
baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın
genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu
talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda
zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit
yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul
edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut
kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahip olduğu,
hak-arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa
veya içtihat yoluyla yasaklanamayacağı, esasen tam veya kısmi olmasına
bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru bulunduğu,
başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk
saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur.” şeklindeki
açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kriterler
kabul edilmiştir.
24. Bu kıstaslar, davanın
açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin;
i. Davacının kendisinden
beklenememesi,
ii. Bunun olanaksız
olması,
iii. Açıkça karşı tarafın
verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin
olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
25. Belirsiz alacak
davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usûl ekonomisi ve hak arama
özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine
katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.
26. Dava konusu edilen
alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte
alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin
davacıdan beklenememesi kriteri ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya
tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olması kriterini birlikte değerlendirip sonuca
gidilmesi gerekir.
27. Sırf taraflar
arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun
belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan
objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek
olmasıdır. Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya
da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli
sayılması hâlinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü
gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır.
28. Önemli olan davacının
talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın
belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi
gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif
olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü
şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası
açılacağından söz edilemez. Çünkü bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı
ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde
belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin
kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem
kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
29. Alacağın miktarının
belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi,
bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu
durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki,
bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının
açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına
rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak
davası açılamaz.
30. Kategorik olarak,
belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli
veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Alacağın hangi hâllerde
belirsiz, hangi hâllerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir
sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından,
belirsiz alacak davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme
yapılması gereklidir.
31. Bu noktada, dava
şartları ve dava şartlarından olan hukukî yarar kavramı üzerinde kısaca
durulmasında yarar bulunmaktadır.
32. Dava şartları HMK’nın
114 ve 115. maddelerinde düzenlenmiş olup, davanın esası hakkında yargılama
yapılabilmesi için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllerdir.
33. Dava şartlarından
biri olmadan açılan dava da, açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak,
mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, kural olarak
davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı (kural olarak) dava şartı yokluğundan
(usulden) reddetmekle yükümlüdür (m. 115/2-c. 1; istisna m. 115/2-c. 1 ve c.
2).
34. Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 114/1-h bendine göre davacının, dava açmakta hukukî yararının
bulunması bir dava şartıdır. Maddenin gerekçesinde; “Burada sözü edilen hukuki
yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukuki korunma sağlanması hususunda
mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararın
bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda
mahkeme kararına muhtaç konumda değilse onun hukuki yararının bulunduğundan söz
etmek mümkün değildir.” şeklinde açıklanmıştır.
35. Davacının dava
açmaktaki yararının hukukî, korunmaya değer, güncel ve dava açıldığı anda var
olması gerekmektedir.
36. Yukarıda açıklanan
maddi ve hukukî olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili
dava dilekçesinde, müvekkili şirket aleyhine açılan tespit davasında verilen ek
karar ile depodaki tohumlar üzerine uygun koşullarda saklanmak üzere ihtiyatî
tedbir konulmasına ve yediemine tevdiine karar verildiğini, daha sonraki
aşamalarda da gerek alınan tespit ve bilirkişi raporlarına, gerek yedieminin
tohumların bozulacağına dair dilekçesi ve gerekse de itirazlara rağmen gerekli
tedbirlerin alınmadığını, dört yıl boyunca tüm itirazlara rağmen ihtiyatî
tedbiri kaldırmayan hâkimlerin uzun süre uygun olmayan depolama koşullarında
kalan tohumların çimlenme özelliğini yitirmesine ve çürümesine neden
olduklarını, bu nedenlerle müvekkili şirketin uğradığı zararın HMK’nın 46.
maddesi gereğince tazmini gerektiğini ileri sürmüş, dava dosyasında çok sayıda
bilirkişi raporu bulunması ve gerçek zararın yargılama aşamasında alınacak bir
bilirkişi raporu ile belirlenecek olması nedeniyle şimdilik davanın belirsiz alacak
davası olarak açıldığını belirtmiştir.
37. Dava dilekçesinde
talep sonucu olarak, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere bozulan
tohumlara ilişkin şimdilik 10.000TL, bu tohumlar için 1995 yılından beri
yapılan yatırım ve Ar-Ge çalışmaları dâhil masraflara ilişkin şimdilik
10.000TL, bu tohumların satışından elde edeceği ve mahrum kaldığı üç yıllık
kâra ilişkin şimdilik 10.000TL olmak üzere toplam 30.000TL belirsiz tazminat
alacağının olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili
istenmiştir.
38. Somut olay bakımından
davacı şirketin belirsiz tazminat alacağı davasına konu ettiği; tohumların
bedeli, tohumlar için yapılan yatırım ve Ar-Ge çalışmaları dahil masraflar ve
tohumların satışından elde edeceği ve mahrum kaldığı kâra ilişkin talepleri ile
ilgili olarak zararın varlığının ve miktarının belirlenebilmesi, ancak
yargılama sırasında delilerin toplanıp değerlendirilmesinden sonra mümkün
olabilecektir. Bu nedenle davacının iddia ettiği zararın dava tarihi itibariyle
miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan
beklenemeyeceği kabul edilmelidir.
39. Davacı şirketin
talebi üzerine Antalya 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/60 D. İş sayılı
dosyasında düzenlenen 17.09.2015 tarihli delil tespit raporunda davacının
davaya konu olay sebebiyle uğradığı zararın, Ar-Ge çalışmaları için yapılan
harcamalar yönünden 3.300.000TL, domates, biber ve hıyar çeşit ve hatları için
yapılan harcamalar yönünden 2.475.000TL, mahrum kalınan kâr yönünden ise
5.875.000TL olduğu belirtilmiş ise de, sözü edilen delil tespiti raporunun
dışında dosya kapsamında birçok bilirkişi raporu bulunduğu, bu raporların
birbirleriyle ve delil tespiti raporu ile çelişkili olduğu anlaşılmaktadır.
Kaldı ki davacı tarafça dava açılmadan önce delil tespiti yaptırma yoluna
gidilmiş olmasının, davaya konu edilen zarar veya alacak miktarının belirli
hâle getirdiği şeklinde yorumlamak Kanun’un amacına aykırıdır.
40. Ayrıca, hâkimin
hukukî sorumluluğunu düzenleyen HMK’nın 46 ve devamı maddelerinde, kategorik
olarak bu tür davaların belirsiz alacak davası olarak açılamayacağına ilişkin
bir düzenleme bulunmadığı da göz önünde bulundurulduğunda, kanun koyucunun amaçlamadığı
bir sonuca ulaşmanın isabetli olduğundan söz edilemez.
41. Belirtilen
nedenlerle, davacı şirketin davaya konu taleplerinin belirsiz alacak davasına
konu olabilecek nitelikte olduğu ve dava tarihi itibariyle zararın miktar ve
değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği
anlaşılmakla HMK’nın 107. maddesine uygun olarak, aradaki hukukî ilişkiyi ve
asgari bir miktar veya değeri belirtmek suretiyle dava açabileceği sonucuna
varılmıştır.
42. Bunun yanı sıra,
somut olayda davacının iddia ettiği zararın varlığını ve miktarının tespiti
açısından hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında
hâlihazırda korunmaya değer bir yararı bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle,
davacı hakkına kavuşmak için bir mahkeme kararına muhtaç konumda bulunduğundan,
eldeki davayı açmasında hukukî yararı bulunmadığını kabul etmek mümkün
değildir.
43. Hukuk Genel Kurulunda
yapılan görüşmeler sırasında, somut olayda, davacının delil tespiti raporuna
bir itirazının bulunmadığı, zarar ve alacak miktarını tam ve kesin olarak
belirleyebilecek durumda olduğu, belirsiz alacak davası açmakta hukukî yararının
bulunmadığı, bu nedenle direnme kararının onanmasına karar verilmesi gerektiği
görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
44. Mevcut bu durum
karşısında, yukarıda belirtilen nedenlerle, Özel Dairece işin esasına girilip
taraf delilleri toplanarak HMK’nın 46. maddesi nedeniyle davalının
sorumluluğunun bulunup bulunmadığı yönünde inceleme ve değerlendirme yapılarak
oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle direnme
kararı verilmiş olması doğru görülmemiştir.
45. Hâl böyle olunca,
Özel Dairenin “davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine” dair
direnme kararının bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz
itirazlarının kabulü ile Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi
sıfatıyla verdiği direnme kararının BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz
peşin harcının yatırana geri verilmesine,
6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi gereğince kararın tebliği
tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere
18.05.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.