- safiravukatlik.com.tr
- Aile Hukuku
- Nisan 22, 2024
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı :
2023/116 Karar Sayısı : 2024/56 Karar Tarihi : 22/2/2024
R.G.Tarih-Sayı : 19/4/2024-32522
İTİRAZ
YOLUNA BAŞVURAN: Ankara 18. Aile Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun 166. maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasa’nın 5., 12., 14., 17. ve
41. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY:
Boşanma davasında itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
R.G.Tarih-Sayı : 19/4/2024-32522
İTİRAZ
YOLUNA BAŞVURAN: Ankara 18. Aile Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun 166. maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasa’nın 5., 12., 14., 17. ve
41. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY:
Boşanma davasında itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
ı. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 166. maddesi şöyledir: “VI. Evlilik birliğinin sarsılması
Madde 166- Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri
kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden
her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki
fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan
davaya itiraz hakkı vardır. Bununla
beraber bu itiraz,
hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı
ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.
Evlilik en az bir yıl sürmüş
ise, eşlerin birlikte
başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik
birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi
için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına
kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek
düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların
menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri
yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya
hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü
uygulanmaz.
Boşanma
sebeplerinden herhangi biriyle
açılmış bulunan davanın
reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi
hâlinde, her ne sebeple olursa
olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden
sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.”
Kanun’un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 166. maddesi şöyledir: “VI. Evlilik birliğinin sarsılması
Madde 166- Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri
kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden
her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki
fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan
davaya itiraz hakkı vardır. Bununla
beraber bu itiraz,
hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı
ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.
Evlilik en az bir yıl sürmüş
ise, eşlerin birlikte
başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik
birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi
için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına
kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek
düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların
menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri
yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya
hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü
uygulanmaz.
Boşanma
sebeplerinden herhangi biriyle
açılmış bulunan davanın
reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi
hâlinde, her ne sebeple olursa
olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden
sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.”
ıı. İLK İNCELEME
1.
Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA,
Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf
Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan
FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 13/7/2023 tarihinde
yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin
esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
1.
Anayasa Mahkemesi
İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA,
Engin YILDIRIM, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf
Şevki HAKYEMEZ, Yıldız SEFERİNOĞLU, Selahaddin MENTEŞ, Basri BAĞCI, İrfan
FİDAN, Kenan YAŞAR ve Muhterem İNCE’nin katılımlarıyla 13/7/2023 tarihinde
yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin
esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
ııı. ESASIN İNCELENMESİ
2.
Başvuru kararı ve
ekleri, Raportör Onur MERCAN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor,
itiraz konusu kanun hükmü,
dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların
gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
2.
Başvuru kararı ve
ekleri, Raportör Onur MERCAN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor,
itiraz konusu kanun hükmü,
dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların
gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
A. Genel Açıklama
3.
4721 sayılı
Kanun’un 134. maddesinin birinci fıkrasında birbiriyle evlenecek erkek ve
kadının içlerinden birinin
oturduğu yerde bulunan
evlendirme memurluğuna birlikte
başvuracakları,
141. maddesinde ise evlenme töreninin
evlendirme dairesinde evlendirme memurunun ve ayırt etme
gücüne sahip ergin iki tanığın önünde açık olarak yapılacağı, ancak törenin
evleneceklerin talebi üzerine evlendirme memurunun uygun bulacağı diğer
yerlerde de yapılabileceği belirtilmiştir.
4. Anılan Kanun’un 142. maddesinde de evlendirme memurunun evleneceklerden her birine birbiriyle evlenmek isteyip istemediklerini soracağı, evlenmenin, tarafların olumlu sözlü cevaplarını verdikleri anda oluşacağı ve memurun evlenmenin
tarafların karşılıklı rızasıyla kanuna uygun olarak
yapılmış olduğunu açıklayacağı hükme bağlanmıştır.
5.
Evlendirme memuru
tarafından yöneltilen soruya verdikleri olumlu cevapla evlilik birliğini kuran
eşler ancak Kanun’da
öngörülen hâllerde ve hâkim kararıyla boşanabilmektedir. Bu kapsamda Kanun’un 161 ila 166.
maddelerinde zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranışta bulunma,
küçük düşürücü suç işleme, haysiyetsiz hayat sürme, evlilik
birliğinden doğan
yükümlülükleri yerine getirmemek amacıyla eşi terk etme veya haklı bir sebep
olmadan ortak konuta dönmeme, eşlerden
birinin akıl hastalığının bulunması nedeniyle ortak hayatın diğer eş için çekilmez hâle gelmesi ve evlilik birliğinin ortak hayatın sürdürülmesinin eşlerden beklenemeyeceği
derecede temelinden sarsılması boşanma nedenleri olarak sayılmıştır.
6.
184. maddede ise
boşanma davasına ilişkin yargılamanın anılan maddenin birinci fıkrasının (1)
ila (6) numaralı bentlerinde yer alan hükümler hâricinde 12/1/2011 tarihli ve
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na tabi olduğu
belirtilmiştir. Söz konusu
bentlerde de hâkimin boşanma veya ayrılık davasının
dayandığı olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe bunları ispatlanmış sayamayacağı, anılan olgular hakkında resen
veya talep üzerine taraflara yemin öneremeyeceği, tarafların bu konudaki her
türlü ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı, hâkimin delilleri serbestçe takdir edeceği, boşanma
veya ayrılığın ferî sonuçlarına ilişkin
anlaşmaların hâkim tarafından
onaylanmadıkça geçerli olmayacağı ve hâkimin taraflardan birinin talebi üzerine
duruşmanın gizli yapılmasına karar verebileceği öngörülmüştür.
3.
4721 sayılı
Kanun’un 134. maddesinin birinci fıkrasında birbiriyle evlenecek erkek ve
kadının içlerinden birinin
oturduğu yerde bulunan
evlendirme memurluğuna birlikte
başvuracakları,
141. maddesinde ise evlenme töreninin
evlendirme dairesinde evlendirme memurunun ve ayırt etme
gücüne sahip ergin iki tanığın önünde açık olarak yapılacağı, ancak törenin
evleneceklerin talebi üzerine evlendirme memurunun uygun bulacağı diğer
yerlerde de yapılabileceği belirtilmiştir.
4. Anılan Kanun’un 142. maddesinde de evlendirme memurunun evleneceklerden her birine birbiriyle evlenmek isteyip istemediklerini soracağı, evlenmenin, tarafların olumlu sözlü cevaplarını verdikleri anda oluşacağı ve memurun evlenmenin
tarafların karşılıklı rızasıyla kanuna uygun olarak
yapılmış olduğunu açıklayacağı hükme bağlanmıştır.
5.
Evlendirme memuru
tarafından yöneltilen soruya verdikleri olumlu cevapla evlilik birliğini kuran
eşler ancak Kanun’da
öngörülen hâllerde ve hâkim kararıyla boşanabilmektedir. Bu kapsamda Kanun’un 161 ila 166.
maddelerinde zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranışta bulunma,
küçük düşürücü suç işleme, haysiyetsiz hayat sürme, evlilik
birliğinden doğan
yükümlülükleri yerine getirmemek amacıyla eşi terk etme veya haklı bir sebep
olmadan ortak konuta dönmeme, eşlerden
birinin akıl hastalığının bulunması nedeniyle ortak hayatın diğer eş için çekilmez hâle gelmesi ve evlilik birliğinin ortak hayatın sürdürülmesinin eşlerden beklenemeyeceği
derecede temelinden sarsılması boşanma nedenleri olarak sayılmıştır.
6.
184. maddede ise
boşanma davasına ilişkin yargılamanın anılan maddenin birinci fıkrasının (1)
ila (6) numaralı bentlerinde yer alan hükümler hâricinde 12/1/2011 tarihli ve
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na tabi olduğu
belirtilmiştir. Söz konusu
bentlerde de hâkimin boşanma veya ayrılık davasının
dayandığı olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe bunları ispatlanmış sayamayacağı, anılan olgular hakkında resen
veya talep üzerine taraflara yemin öneremeyeceği, tarafların bu konudaki her
türlü ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı, hâkimin delilleri serbestçe takdir edeceği, boşanma
veya ayrılığın ferî sonuçlarına ilişkin
anlaşmaların hâkim tarafından
onaylanmadıkça geçerli olmayacağı ve hâkimin taraflardan birinin talebi üzerine
duruşmanın gizli yapılmasına karar verebileceği öngörülmüştür.
B. Anlam ve Kapsam
7.
4721 sayılı
Kanun’un 166. maddesinin birinci fıkrasında evlilik birliğinin ortak hayatı
sürdürmelerinin kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış
olması durumunda eşlerden her birinin boşanma davası açabileceği, üçüncü
fıkrasının birinci cümlesinde ise evliliğin en
az bir yıl sürmüş
olması durumunda eşlerin
birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik
birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı belirtilmiştir.
8. Anılan maddenin itiraz konusu dördüncü fıkrasında da
boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın
reddine karar verilmesi
ve bu kararın kesinleştiği
tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde her ne
sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliğinin
temelinden sarsılmış sayılacağı ve eşlerden birinin talebi üzerine boşanmaya
karar verileceği hükme bağlanmıştır.
7.
4721 sayılı
Kanun’un 166. maddesinin birinci fıkrasında evlilik birliğinin ortak hayatı
sürdürmelerinin kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış
olması durumunda eşlerden her birinin boşanma davası açabileceği, üçüncü
fıkrasının birinci cümlesinde ise evliliğin en
az bir yıl sürmüş
olması durumunda eşlerin
birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik
birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı belirtilmiştir.
8. Anılan maddenin itiraz konusu dördüncü fıkrasında da
boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın
reddine karar verilmesi
ve bu kararın kesinleştiği
tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde her ne
sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliğinin
temelinden sarsılmış sayılacağı ve eşlerden birinin talebi üzerine boşanmaya
karar verileceği hükme bağlanmıştır.
9.
Bu itibarla kural
uyarınca boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılan boşanma davasının
reddine dair kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl içinde ortak hayatın
yeniden kurulamaması hâlinde evlilik
birliği temelinden sarsılmış sayılacak ve her iki eş boşanma kararının verilmesini talep edebilecektir.
10.
Kuralla evlilik
birliğinin temelinden sarsılmış sayılmasına ilişkin bir karine öngörülmektedir. Buna göre boşanma
davasının reddine dair kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl içinde ortak hayatın yeniden
kurulamadığı ortaya konulduğunda evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının
ispat edilmesine gerek kalmayacaktır.
C. İtirazın Gerekçesi
11.
Başvuru kararında
özetle; itiraz konusu kurala göre boşanma kararı verilebilmesi için daha önce
açılan boşanma davasının reddine dair kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç
yıl içinde ortak hayatın yeniden kurulamamış olması gerektiği, anılan sürenin adil
olmadığı, bu nedenle kuralın devletin temel
amaç ve görevleriyle çeliştiği, kural nedeniyle eşlerin uzun sürelerin
sonunda boşanabildikleri, bu durumun herkesin kişiliğine bağlı
dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğunu
öngören anayasal hükümle bağdaşmadığı, kuralda öngörülen sürenin ilgililerin evlilik
dışı ilişki yaşamalarına neden olduğu, bu suretle kuralla
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının yanı
sıra devletin aileyi koruma yükümlülüğünün de ihlal edildiği belirtilerek
kuralın Anayasa’nın 5., 12., 14., 17. ve 41. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
11.
Başvuru kararında
özetle; itiraz konusu kurala göre boşanma kararı verilebilmesi için daha önce
açılan boşanma davasının reddine dair kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç
yıl içinde ortak hayatın yeniden kurulamamış olması gerektiği, anılan sürenin adil
olmadığı, bu nedenle kuralın devletin temel
amaç ve görevleriyle çeliştiği, kural nedeniyle eşlerin uzun sürelerin
sonunda boşanabildikleri, bu durumun herkesin kişiliğine bağlı
dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğunu
öngören anayasal hükümle bağdaşmadığı, kuralda öngörülen sürenin ilgililerin evlilik
dışı ilişki yaşamalarına neden olduğu, bu suretle kuralla
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının yanı
sıra devletin aileyi koruma yükümlülüğünün de ihlal edildiği belirtilerek
kuralın Anayasa’nın 5., 12., 14., 17. ve 41. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
Ç. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
12. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri
yönünden incelenmiştir.
13. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” başlıklı 20. maddesinin birinci
fıkrasında “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.” denilmiştir.
14.
Danışma
Meclisinin kabul ettiği metnin gerekçesinde özetle, anılan madde ile kişinin
özel hayatının korunmakta olduğu, kişinin özel hayatının ferdî hayat ve bununla
bir bütünü teşkil eden aile hayatından oluştuğu, bu anlamda
özel hayatın korunmasının her şeyden önce özel hayatın gizliliğinin korunması,
başkalarının gözleri önüne serilememesi anlamına geldiği ayrıca resmî
makamların özel hayata müdahale edememesinin, başka bir ifadeyle kişinin ferdî
ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesinin özel hayatın
korunmasının diğer bir yönünü oluşturduğu ve maddenin birinci fıkrasında bu
hususun da hükme bağlandığı ifade edilmiştir.
15. Anayasa Mahkemesinin bireysel
başvuru alanında verdiği
kararlarda sıkça vurgulandığı üzere özel hayat kavramı
eksiksiz bir tanımı
bulunmayan geniş bir kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel
bağımsızlıktır. Özel hayata
saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramı temel alınmaktadır. Anılan hak; herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden
uzak, kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle
birlikte kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuki menfaati de
içermektedir (Serap Tortuk, B. No:
2013/9660, 21/1/2015, §§ 31-36; Bülent
Polat, B. No: 2013/7666,10/12/2015, §§ 61-63;
Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704, 3/3/2016, §§ 50-52;
Ata Türkeri, B. No: 2013/6057,
16/12/2015, §§ 30-32).
12. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesi
uyarınca kural, ilgisi
nedeniyle Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri
yönünden incelenmiştir.
13. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” başlıklı 20. maddesinin birinci
fıkrasında “Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.” denilmiştir.
14.
Danışma
Meclisinin kabul ettiği metnin gerekçesinde özetle, anılan madde ile kişinin
özel hayatının korunmakta olduğu, kişinin özel hayatının ferdî hayat ve bununla
bir bütünü teşkil eden aile hayatından oluştuğu, bu anlamda
özel hayatın korunmasının her şeyden önce özel hayatın gizliliğinin korunması,
başkalarının gözleri önüne serilememesi anlamına geldiği ayrıca resmî
makamların özel hayata müdahale edememesinin, başka bir ifadeyle kişinin ferdî
ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesinin özel hayatın
korunmasının diğer bir yönünü oluşturduğu ve maddenin birinci fıkrasında bu
hususun da hükme bağlandığı ifade edilmiştir.
15. Anayasa Mahkemesinin bireysel
başvuru alanında verdiği
kararlarda sıkça vurgulandığı üzere özel hayat kavramı
eksiksiz bir tanımı
bulunmayan geniş bir kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel
bağımsızlıktır. Özel hayata
saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramı temel alınmaktadır. Anılan hak; herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden
uzak, kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle
birlikte kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuki menfaati de
içermektedir (Serap Tortuk, B. No:
2013/9660, 21/1/2015, §§ 31-36; Bülent
Polat, B. No: 2013/7666,10/12/2015, §§ 61-63;
Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704, 3/3/2016, §§ 50-52;
Ata Türkeri, B. No: 2013/6057,
16/12/2015, §§ 30-32).
16.
Kural uyarınca
boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılan boşanma davasının reddine ilişkin
kararın ardından ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik
birliğinin temelden sarsılmış sayılabilmesi için anılan kararın kesinleştiği
tarihten itibaren üç yıl geçmesi gerekmektedir.
17. Evlilik birliğinin kurulmasının yanı sıra sona erdirilmesi de özel hayata
ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkıyla doğrudan ilgilidir. Bu itibarla boşanma davası reddedildikten sonra
ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde ret kararının kesinleşmesinden
itibaren üç yıl geçmedikçe evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılmasına
ilişkin karinenin işlerlik kazanmasına imkân tanımayan kural özel hayata ve
aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına yönelik bir sınırlama
öngörmektedir.
18.
Anayasa’nın 13.
maddesinde “Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin
ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre
özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama
getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, Anayasa’da öngörülen sınırlama
sebebine uygun ve ölçülü olması gerekir.
19.
Bu kapsamda özel
hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkını sınırlamaya yönelik
bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması
yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir
nitelikte olması gerekir.
20.
Esasen temel
hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması Anayasa’nın 2.
maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk
devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur.
Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98,
4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. maddesinde sınırlama ölçütü
olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında
yorumlanmalıdır.
21.
Kuralda hangi hâl
ve şartlarda evlilik birliğinin temelden sarsılmış sayılacağının ve bunun hüküm
ve sonuçlarının herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net
olarak belirlendiği gözetildiğinde kuralın kanunilik şartını sağladığı sonucuna
ulaşılmıştır.
22. Anayasa’nın 20. maddesinin ikinci fıkrasında özel
hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına çeşitli sebeplere
bağlı kalınarak sınırlamalar getirilebileceği belirtilerek bu hakkın mutlak
olmadığı kabul edilmiştir. Söz konusu maddede
bu sınırlama sebepleri arasında millî güvenliğin ve kamu düzeninin
korunması ile suç işlenmesinin önlenmesi
sebepleri de sayılmış, böylece
bunlara dayalı olarak
söz konusu hakkın
sınırlanabilmesine izin verilmiştir. Ancak anılan fıkrada söz konusu sınırlamanın arama ve el koyma
tedbirlerine özgü olarak yapılabileceği belirtildiğinden bu sebepler 20. madde
bağlamında kural yönünden meşru bir sınırlama nedeni olarak kabul edilemez. Bu itibarla anılan
hakkın Anayasa’da güvence
altına alınan diğer temel hak ve
özgürlüklerin korunması veya Anayasa’nın diğer maddelerinde devlete yüklenen
ödevler nedeniyle sınırlanması mümkündür (AYM, E.2020/82, K.2021/20, 18/3/2021,
§ 15).
23. Anayasa’nın 41. maddesinin birinci fıkrasında “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe
dayanır.”, ikinci fıkrasında ise “Devlet, ailenin huzur ve refahı
ile özellikle ananın
ve çocukların korunması ve aile
planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır,
teşkilâtı kurar.” denilmiştir.
24. Söz konusu maddeye
ilişkin Danışma Meclisinin kabul ettiği metnin
gerekçesinde özetle; ailenin
sosyal yapısının yanı sıra millet hayatında oynadığı rolün onun korunmasına
yönelik bir hükmün Anayasa’da yer almasını
zorunlu kıldığı, ailenin
korunması fikrinin her şeyden önce 4721
sayılı Kanun anlamında evliliklerin kurulmasını yaygınlaştırmak ve kolaylaştırmak olduğu, nitekim medeni
olmadan bir aileden bahsedilemeyeceği ve ailenin ahlaki bir çevre olduğu ifade
edilmiştir.
25. Boşanma davasının reddine
ilişkin kararın kesinleşmesi ileri sürülen boşanma
sebebinin ispatlanamadığını ve bu bağlamda ilke olarak eşlerin
boşanmalarını gerektiren bir hukuki durumun bulunmadığını göstermektedir.
Kuralda ise boşanma davası reddedildikten sonra ortak hayatın yeniden
kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmasının mümkün
olduğu gözönünde bulundurulmak suretiyle anılan durumda boşanmayı mümkün kılan
bir düzenleme öngörülmüştür.
26. Bununla birlikte kuralda
ortak hayatın yeniden
kurulamaması nedeniyle evlilik
birliğinin temelinden sarsılmış sayılabilmesi için boşanma davasının
reddine ilişkin kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl geçmesi gerektiği
öngörülmek suretiyle ailenin korunmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Başka
bir ifadeyle boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra ortak
hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığından söz edebilmek için üç yıl geçmesi
gerektiğinin öngörülmesi suretiyle Türk toplumunun temeli olarak kabul edilen
aile kurumunun ayakta tutulmasının hedeflendiği görülmektedir.
27.
Bu itibarla
kuralla özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına
getirilen sınırlamanın Anayasa’nın 41. maddesinde devlete yüklenen aileyi
koruma ödevi bağlamında meşru bir amacının bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Bununla birlikte kuralın meşru bir amaca yönelik olmasının yanı sıra ölçülü
olması da gerekir.
28. Anayasa’nın 13. maddesinde güvence altına alınan
ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç
alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen
sınırlamanın amaca ulaşmaya elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, diğer bir
ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka
getirilen sınırlama ile amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi
gerekliliğini ifade etmektedir. Buna göre kuralla özel hayata ve aile hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına getirilen sınırlamanın elverişlilik,
gereklilik ve orantılılık alt ilkelerine aykırı olmaması gerekir.
29. Boşanma davasının reddine
ilişkin kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl geçmeden önce ortak hayatın kurulamaması
nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılmasına ilişkin karinenin uygulanmaması aile kurumunu
korumaya katkıda bulunabilecek niteliktedir. Başka
bir deyişle ret kararının kesinleşmesinden sonra ortak hayatın yeniden
kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılması için
üç yıl beklenmesinin aile kurumunu mümkün olduğu ölçüde ayakta tutacağı
açıktır. Bu itibarla kuralda özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini
isteme hakkına getirilen sınırlamanın aileyi koruma amacına ulaşma bakımından
elverişli olduğu anlaşılmaktadır.
30. Aile kurumunun anayasal
önemini gözönünde bulundurmak suretiyle boşanmaya ilişkin usul ve esasları düzenleme
konusunda kanun koyucunun
takdir yetkisi bulunmaktadır. Bu bağlamda ortak
hayatın yeniden kurulmaması nedeniyle evlilik birliğinin temelden sarsılmış
sayılmasının şartlarını belirlemek de kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında
kalmaktadır. Dolayısıyla kuralla özel hayata ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına yönelik öngörülen sınırlamanın anılan meşru amaca
ulaşma bakımından gerekli olmadığı da söylenemez.
31. Ortak hayatın yeniden
kurulamadığı hâllerde boşanma
kararı verilmesine ilişkin
şartların belirlenmesi kanun koyucunun takdirinde ise de orantılılık alt ilkesi gereğince kuralın
boşanma kararı verilebilmesini önemli oranda güçleştirmemesi ve ortak hayata
yeniden dönmek istemeyen ilgilileri makul olmayan süreler boyunca evlilik
birliğini devam ettirmeye zorlamaması gerekir. Başka bir ifadeyle orantılılık alt ilkesi yönünden
yapılacak incelemede ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle boşanma
kararı verilebilmesi için kuralda öngörülen sürecin ilgililere
katlanamayacakları bir külfet yükleyip yüklemediği ele alınmalıdır.
32.
Kural gereğince
boşanma kararı verilebilmesi için öncelikle daha önce açılmış bir boşanma
davasının reddedilmiş olması gerekmektedir. Boşanma davasında yazılı yargılama
usulünün uygulandığı da gözönünde bulundurulduğunda ilke olarak anılan davanın reddedilmesinin çok kısa sayılamayacak bir
sürenin sonunda gerçekleşebileceği kuşkusuzdur.
33.
Yine kurala göre
ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden
sarsılmış sayılabilmesi için anılan ret kararının kesinleşmiş olması
gerekmektedir. Ret kararına karşı ilgililerin kanun yoluna başvurmalarının mümkün olduğu dikkate
alındığında kararın
kesinleşmesinin de uzun bir süre alabileceği açıktır. Ayrıca kuralda ortak
hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik
birliğinin temelinden sarsılmış
sayılmasına ilişkin karinenin işlerlik kazanabilmesi için ret kararının kesinleşmesinden itibaren üç yıl
geçmesi gerektiği öngörülmüştür.
34.
Buna göre boşanma
kararı verilebilmesi için kuralda öngörülen süreç bir bütün olarak
değerlendirildiğinde ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde makul
olmayan bir süre boyunca
ilgililerin boşanma kararı elde etmelerine imkân tanınmadığı anlaşılmaktadır.
Başka bir ifadeyle kural, ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde evlilik
birliğini uzun bir süre boyunca sona erdiremeyen ilgililere katlanamayacakları
bir külfet yüklemektedir.
35.
Bu itibarla özel
hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı ile aile kurumunu
koruma amacı arasında makul bir denge sağlamayan kuralın orantılılık alt ilkesi yönünden ölçülülük
ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
36. Açıklanan nedenle kural,
Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali
gerekir.
Zühtü ARSLAN, M. Emin KUZ, Yıldız SEFERİNOĞLU ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamışlardır.
Kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden ayrıca Anayasa’nın
5., 12., 14., 17. ve 41. maddeleri yönünden incelenmemiştir.
ıv. İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
37.
Anayasa’nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da
bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede
yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” denilmekte, 6216 sayılı
Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmak
suretiyle Anayasa Mahkemesinin gerekli gördüğü hâllerde Resmî Gazete’de
yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir
yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabileceği belirtilmektedir.
38. 4721 sayılı Kanun’un 166. maddesinin dördüncü
fıkrasının iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal
edecek nitelikte görüldüğünden Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla
6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince
37.
Anayasa’nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da
bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede
yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” denilmekte, 6216 sayılı
Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmak
suretiyle Anayasa Mahkemesinin gerekli gördüğü hâllerde Resmî Gazete’de
yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir
yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabileceği belirtilmektedir.
38. 4721 sayılı Kanun’un 166. maddesinin dördüncü
fıkrasının iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal
edecek nitelikte görüldüğünden Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla
6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince
iptal hükmünün kararın Resmî
Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay
sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
v. HÜKÜM
22/11/2001
tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin dördüncü
fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Zühtü ARSLAN, M. Emin KUZ,
Yıldız SEFERİNOĞLU ile İrfan FİDAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, iptal
hükmünün Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince KARARIN RESMÎ GAZETE’DE
YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE
OYBİRLİĞİYLE 22/2/2024 tarihinde
karar
verildi.
Başkan Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
Başkanvekili Kadir ÖZKAYA
Üye
Engin YILDIRIM
Üye
M. Emin KUZ
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Üye
Yıldız SEFERİNOĞLU
Üye
Selahaddin MENTEŞ
Üye
Basri BAĞCI
Üye
İrfan FİDAN
Üye
Kenan YAŞAR
Üye
Muhterem İNCE
Üye
Yılmaz AKÇİL
22/11/2001
tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin dördüncü
fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Zühtü ARSLAN, M. Emin KUZ,
Yıldız SEFERİNOĞLU ile İrfan FİDAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, iptal
hükmünün Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince KARARIN RESMÎ GAZETE’DE
YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK DOKUZ AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE
OYBİRLİĞİYLE 22/2/2024 tarihinde
karar
verildi.
Başkan Zühtü ARSLAN |
Başkanvekili Hasan Tahsin GÖKCAN |
Başkanvekili Kadir ÖZKAYA |
Üye Engin YILDIRIM |
Üye M. Emin KUZ |
Üye Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
Üye Yıldız SEFERİNOĞLU |
Üye Selahaddin MENTEŞ |
Üye Basri BAĞCI |
Üye İrfan FİDAN |
|
Üye Kenan YAŞAR |
Üye Muhterem İNCE |
|
Üye Yılmaz AKÇİL |
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğunca 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun 166. maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve
iptaline karar verilmiştir.
2. İtiraz konusu fıkra uyarınca “Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine
karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi
hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulmamışsa evlilik
birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya
karar verilir.”
3. Evlilik birliğinin sarsılmış sayılmasını belli bir
sürenin geçmesine bağlayan kural, Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına
alınan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkına yönelik bir sınırlama
niteliğindedir. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca sınırlamanın kanunla
yapılması, meşru amacının bulunması ve ölçülü olması gerekmektedir. Ortak
hayatın kurulmamış sayılmasına ve boşanmaya hangi durumda karar verileceğini
açık, net, belirli ve öngörülebilir şekilde düzenleyen kuralın kanunilik
şartını taşıdığı konusunda tereddüt bulunmamaktadır.
4. Düzenlemenin meşru amacı ise Anayasa’nın 41. maddesinin gerekli
kıldığı aile hayatının korunmasıdır. Anılan maddeye
göre, “Türk toplumunun temeli” olan
ailenin huzur ve refahının korunması için devlet gerekli tedbirleri almakla
yükümlüdür. Bu maddenin gerekçesinde “millet
hayatında oynadığı rol”ün ailenin korunması yolunda
bir hükmün Anayasa’da yer almasını zorunlu kıldığı, bu korumanın da
evliliklerin kurulmasını yaygınlaştırmayı ve kolaylaştırmayı gerektirdiği
belirtilmiştir. Bu bağlamda evlilik birliğinin sona ermiş sayılmasının bazı
şartlara bağlanmasının meşru amacının evlilik hayatının korunmasını ve sürdürülmesini
temin etmek olduğu anlaşılmaktadır.
5. Diğer yandan, kuralın
Anayasa’ya uygun olması
için meşru amacının
bulunması yetmez, aynı zamanda
ölçülü olması gerekmektedir. Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasının sınırı olarak öngörülen ölçülülük ilkesi
uyarınca, sınırlamanın meşru amacın gerçekleştirilmesi için elverişli, gerekli ve makul bir dengeyi sağlayacak şekilde orantılı olması gerekmektedir.
6. Evlilik birliğinin bozulması sebebiyle boşanmayı belli
şartlar gerçekleştikten sonra son çare olarak gören kuralın ailenin korunması
amacının gerçekleştirilmesi bakımından elverişli
olduğu açıktır. Sınırlamanın gerekliliği
noktasında da kanun koyucunun geniş bir takdir yetkisi olduğu
bilinmektedir. Anayasa’nın aile kurumuna ve korunmasına verdiği önem dikkate
alınarak, açılan bir boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleşmesinden
itibaren hangi süre içinde evlilik birliğinin temelden sarsılmış kabul
edileceğini belirlemek kanun koyucunun takdirindedir (bkz. AYM, E.1997/22, K.
1997/44, 8/4/1997). Dolaysıyla kuralın öngörülen meşru amacın
gerçekleştirilmesi yönünden gerekli olmadığı
söylenemez.
7. Son olarak, kuralla getirilen sınırlamanın orantılı
olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Öncelikle belirtmek gerekir ki,
kuralın kanunlaşması sürecinde boşanma davasının kesin olarak reddinden
sonra evlilik birliğinin temelden sarsılmış sayılması
için geçmesi gereken
süre beş yıl iken bu süre Adalet Komisyonunda üç yıla indirilmiştir. Bu sürenin ailenin korunması meşru amacı ile
özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkının korunması arasında
makul bir denge kurmaya yönelik olduğu görülmektedir.
8. Öte yandan, itiraz konusu kural
boşanma davasının reddine
dair kararın kesinleşmesinden itibaren üç yıl geçmeden
boşanma kararı verilmesini imkânsız hale getirmemektedir. Eşlerin herhangi bir
boşanma sebebiyle söz konusu süre içinde de boşanma davası açmalarının önünde
bir engel bulunmamaktadır. Bu süre geçmeden de eşler anlaşmak suretiyle
evliliğe son verebilecektir.
Nitekim 4721 sayılı Kanun’un 166. maddesinin üçüncü
fıkrasında evliliğin en az bir yıl sürmüş olması durumunda eşlerin birlikte
başvurması veya bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi
hâlinde evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı
öngörülmüştür.
9. Açıklanan gerekçelerle,
kuralın Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı olmadığını düşündüğümden çoğunluğun iptal yönündeki
kararına katılmıyorum.
Başkan Zühtü ARSLAN
KARŞIOY GEREKÇESİ
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 166. maddesinin dördüncü
fıkrasının Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar
verilmiştir.
Red kararının
gerekçesinde; özel hayata
ve aile hayatına
saygı gösterilmesini isteme
hakkına sınırlama getiren bu kuralın kanunîlik şartını taşıdığı, meşru
bir amacının bulunduğu, ancak orantılılık bağlamında ölçülü olmadığı belirtilerek Anayasanın 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
Kanunun
“Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin dördüncü fıkrasında,
Kanunda belirtilen sebeplerden herhangi biriyle açılan boşanma davasının
reddine ilişkin karardan sonra ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle
evlilik birliğinin temelden sarsılmış sayılabilmesi için, anılan kararın
kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl geçmesi öngörülmüştür.
Kararda da açıklandığı üzere,
evlilik birliğinin kurulması gibi sona erdirilmesi de özel hayata ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkıyla doğrudan ilgili olduğundan, ortak hayatın
yeniden kurulamadığı durumlarda ilgililerin evlilik birliğinin sona
erdirilmesini talep etmeleri de anılan hakkın kapsamındadır. İncelenen kural bu
nedenle mezkûr hakka bir sınırlama getirmiştir.
Bu
kapsamda, çoğunluğun iptal kararının gerekçesindeki; itiraz konusu kuralın
evlilik birliğinin temelden sarsılmış sayılacağı hâlleri ve bunun sonuçlarını
herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak
belirlemesinden dolayı belirlilik ilkesine aykırı olmadığı ve kanunîlik şartını
sağladığı, aileyi koruma ödevi bağlamında meşru bir amaca dayandığı, bu amaca
ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığının da söylenemeyeceği yönündeki
değerlendirmeleri isabetli bulmakla
birlikte, orantılılık alt ilkesi açısından
ölçülü olmadığına ilişkin görüşüne katılmam mümkün
olmamıştır.
Boşanma
davasının reddedilmesinin ardından ortak hayatın kurulamadığı durumlarda
uygulanacak herhangi bir hüküm bulunmamasının eşlere aşırı bir külfet
yükleyeceği değerlendirilerek yapılan düzenlemenin ve kuralda öngörülen sürenin
makul düzeyde olmadığı söylenemez. Buna göre, anılan hakka getirilen sınırlama
ile ailenin korunmasına yönelik meşru amaç arasında makul bir denge
kurulmuştur.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 166. maddesinin dördüncü
fıkrasının Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar
verilmiştir.
Red kararının
gerekçesinde; özel hayata
ve aile hayatına
saygı gösterilmesini isteme
hakkına sınırlama getiren bu kuralın kanunîlik şartını taşıdığı, meşru
bir amacının bulunduğu, ancak orantılılık bağlamında ölçülü olmadığı belirtilerek Anayasanın 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
Kanunun
“Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin dördüncü fıkrasında,
Kanunda belirtilen sebeplerden herhangi biriyle açılan boşanma davasının
reddine ilişkin karardan sonra ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle
evlilik birliğinin temelden sarsılmış sayılabilmesi için, anılan kararın
kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl geçmesi öngörülmüştür.
Kararda da açıklandığı üzere,
evlilik birliğinin kurulması gibi sona erdirilmesi de özel hayata ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkıyla doğrudan ilgili olduğundan, ortak hayatın
yeniden kurulamadığı durumlarda ilgililerin evlilik birliğinin sona
erdirilmesini talep etmeleri de anılan hakkın kapsamındadır. İncelenen kural bu
nedenle mezkûr hakka bir sınırlama getirmiştir.
Bu
kapsamda, çoğunluğun iptal kararının gerekçesindeki; itiraz konusu kuralın
evlilik birliğinin temelden sarsılmış sayılacağı hâlleri ve bunun sonuçlarını
herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açık ve net olarak
belirlemesinden dolayı belirlilik ilkesine aykırı olmadığı ve kanunîlik şartını
sağladığı, aileyi koruma ödevi bağlamında meşru bir amaca dayandığı, bu amaca
ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığının da söylenemeyeceği yönündeki
değerlendirmeleri isabetli bulmakla
birlikte, orantılılık alt ilkesi açısından
ölçülü olmadığına ilişkin görüşüne katılmam mümkün
olmamıştır.
Boşanma
davasının reddedilmesinin ardından ortak hayatın kurulamadığı durumlarda
uygulanacak herhangi bir hüküm bulunmamasının eşlere aşırı bir külfet
yükleyeceği değerlendirilerek yapılan düzenlemenin ve kuralda öngörülen sürenin
makul düzeyde olmadığı söylenemez. Buna göre, anılan hakka getirilen sınırlama
ile ailenin korunmasına yönelik meşru amaç arasında makul bir denge
kurulmuştur.
Başka
bir anlatımla, mezkûr kural redde ilişkin kararın kesinleşmesinden itibaren üç
yıl geçmeden başka bir boşanma sebebine dayalı olarak boşanma kararı
verilmesini imkânsız hâle getirmediği gibi sadece
bu sebeple boşanmaya
hükmedilmesi için üç yıl geçmesinin beklenmesinin eşlere katlanamayacakları bir külfet yüklediğinden
ve orantılılık alt ilkesi yönünden ölçülü olmadığından da söz edilemez.
Bu itibarla,
dava konusu kuralın
Anayasanın 13. ve 20. maddelerine aykırı olmadığı ve iptal
talebinin reddedilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne
karşıyım.
Üye
M. Emin KUZ
KARŞIOY
1.
Çoğunluğun;
“ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde makul olmayan bir süre boyunca ilgililerin boşanma kararı elde etmelerine imkân
tanınmadığı anlaşılmaktadır. Kural,
ortak hayatın yeniden kurulamadığı hâllerde evlilik birliğini uzun bir
süre boyunca sona erdiremeyen ilgililere katlanamayacakları bir külfet yüklemektedir. Bu itibarla özel hayata ve aile hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkı
ile aile kurumunu
koruma amacı arasında
makul bir denge sağlamayan
kuralın “orantılılık” alt ilkesi
yönünden “ölçülülük” ilkesini ihlal
ettiği, kuralın bu nedenle iptali gerekir” şeklindeki görüşlerine iştirak
etmemekteyim. Şöyle ki;
2. Türk Medeni
Kanunu’nun 166. maddesi;
“Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış
bulunan davanın reddine
karar verilmesi ve bu kararın
kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa
olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış
sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.”
şeklindedir.
3. Ortak hayatın kurulamaması sebebiyle boşanma davasının
açılabilmesi 1988 tarihinde Türk Medeni Kanunu’na eklenmiştir. Nispeten yeni
bir düzenlemedir. Söz konusu kuralın getiriliş amacı yıllarca süren boşanma
davalarından da boşanma yönünde sonuç alınamaması tarafları derinden etkileyen
belirsizliği ortadan kaldırmaktır.
4. Boşanma davasının reddine ilişkin kararın
kesinleşmesi, ileri sürülen boşanma sebebinin ispatlanamadığını ve bu bağlamda
ilke olarak eşlerin
boşanmalarını gerektiren bir hukuki durumun bulunmadığını göstermektedir.
Kuralda ise boşanma davası reddedildikten sonra ortak hayatın yeniden
kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmasının mümkün
olduğu göz önünde bulundurulmak suretiyle anılan durumda boşanmayı mümkün kılan
bir düzenleme öngörülmüştür.
5. Fiili ayrılık nedeniyle
boşanma davasını açmak için kusursuz
veya daha az kusurlu olmak şartı aranmamaktadır. Fiili ayrılık
nedeniyle boşanma davası kusura dayalı olmayan bir boşanma nedenidir. Başka bir
ifadeyle fiili ayrılık sebebiyle boşanma davasını tarafların kusur durumlarına
bakılmaksızın, eşlerden herhangi
birisinin açması imkanı
getirilmiştir. Başka bir deyişle, reddedilen
önceki boşanma davasında davalı taraf olan eş bu sefer
davacı taraf olması söz konusu olabilmektedir. Kusur durumu ancak varsa
tazminat ve/veya nafaka konularında söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla fiili ayrılık sebebiyle boşanma davasının açılabilmesi, bunun için 3 yıllık fiili ayrılık süresi öngören
somut kural ortak hayatın yeniden kurulamadığı hallerde ilgililere
katlanamayacakları bir külfet yüklememekte, tam tersine fiilen bitmiş
evliliklerin daha fazla sürdürülmesi, fiilen bitmiş
evliliklerin hukuken sürmesinin hukuken taraflara, aileye
ve topluma bir faydasının olmayacağı düşüncesi ile
böyle bir imkân tanınmıştır. Kanunda öngörülen 3 yıllık fiili ayrılık süresi
evlilik birliğinin temelinden sarsıldığına ilişkin kesin karine olma durumu söz
konusudur. 3 yıllık bekleme süresi bu yönüyle de bir dengenin, ölçünün
bulunduğu söylenebilir.
6.
Mukayeseli hukuka
baktığımızda benzer düzenlemelerin başka ülkelerde de bulunduğu görülmektedir. Fiili ayrılık süresi Almanya ve İtalya’da bizdeki
gibi üç yıl, İsviçre ve Fransa’da iki yıl olarak belirlenmiştir. Yasal
düzenlemedeki 3 yıllık süre ailenin korunmasını amaçladığı anlaşılmaktadır. Bu
manada, 3 yıllık filli ayrılık süresinin ülkemiz açısından ölçülü olduğunu söyleyebiliriz.
7.
Ortak hayatın
yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmış
sayılabilmesi için boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleştiği
tarihten itibaren üç yıl geçmesi gerektiği öngörülmesine rağmen; taraflardan
herhangi biri, reddedilen davanın konusu olmayan bir sebep ortaya çıkması
halinde yeniden boşanma davası açabilmekte hatta her zaman taraflar anlaşmalı
boşanma davası açmaları da mümkündür. Çoğunluk tarafından “ortak hayatın
yeniden kurulamadığı hâllerde makul olmayan bir süre boyunca ilgililerin
boşanma kararı elde etmelerine imkân tanınmadığı” şeklindeki gerekçesine bu
nedenlerle katılmamaktayım.
Üye Yıldız
SEFERİNOĞLU
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Sayın çoğunluk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasa’nın 13. ve 20.
maddelerine aykırı olduğu sonucuna ulaşmıştır.
2. Kuralda boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılan
davanın reddine dair kararın kesinleştiği tarihten itibaren 3 yıl içinde ortak
hayatın yeniden kurulamaması hâlinde evlilik birliğinin temelinden sarsılmış
sayılacağı ve eşlerden birinin talebi üzerine boşanma kararı verileceği hükme
bağlanmıştır.
3. Bu itibarla boşanma
davasının reddine dair kararın ardından
3 yıl geçmeden ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle
evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılmasına ilişkin karinenin
uygulanmasına imkân tanıyan kural özel hayata ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkını sınırlamaktadır.
4. Evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılmasına
dair karinenin uygulanmasına ilişkin şartlar
ile bu bağlamda doğacak hukuki
sonucun açık ve net olarak
düzenlendiği dikkate alındığında kuralın kanunilik şartını
sağladığı açıktır.
5. Anayasa’nın 41. maddesinin 1 fıkrasında “ Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler
arasında eşitliğe dayalıdır.” ikinci fıkrasında ise “Devlet, ailenin huzur ve refahı
ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile
planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır,
teşkilatı kurar.” Denilmiştir. Danışma Meclisinin kabul ettiği metinin
gerekçesinde de sosyal yapısı
ve millet hayatında
oynadığı rol nedeniyle
ailenin korunmasına yönelik
bir hükmün Anayasa’da yer almasının zorunlu
olduğu, ailenin korunmasının her şeyden önce 4721 sayılı
Kanun anlamında evliliklerin kurulmasını yaygınlaştırmayı ve kolaylaştırmayı ifade ettiği vurgulanmıştır.
6. Kuralda ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle
evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılabilmesi için daha önce açılan boşanma
davasının reddine ilişkin
kararın kesinleştiği tarihten itibaren
üç yıl geçmesi gerektiği öngörülmek suretiyle Anayasa’nın 41. maddesinin birinci fıkrasında Türk toplumunun temeli
olduğu belirtilen aile kurumunun ayakta tutulması hedeflenmiştir. Dolayısıyla
kuralın devletin aileyi koruma görevi bağlamında meşru bir amacı yönelik olduğu
kuşkusuzdur.
7. Boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleştiği
tarihten itibaren üç yıl geçmeden önce ortak hayatın
kurulamaması nedeniyle evlilik
birliğinin temelinden sarsılmış sayılmaması aile
kurumunu belirli ölçüde ayakta tutacağından kuralın elverişlilik alt ilkesi ile çelişen bir yönü bulunmamaktadır.
8. Türk toplumunun temeli olarak kabul edilen aile kurumu
bakımından son derece önemli sonuçlar doğuracağı açık olan boşanmaya ilişkin
toplumsal ihtiyaçları belirleme yetkisi anayasal sınırlar içinde kanun koyucuya
aittir. Başka bir ifade ile aile kurumunun anayasal önemini göz önünde
bulundurmak suretiyle boşanmaya ilişkin usul ve esasları düzenlemek kanun
koyucunun takdirindedir.
9. Boşanma davası reddedildikten sonra ortak hayatın
yeniden kurulamamış olması her iki eşin de bu hayatı yeniden korumak
istemedikleri anlamına gelmemektedir. Başka bir deyişle boşanma davasının
reddedilmesinin ardından eşlerden birinin ortak hayatın yeniden kurulmasına
yönelik iradesinin bulunabileceğini gözden kaçırmamak gerekir. Bu bağlamda
anılan davanın reddine ilişkin kararın kesinleşmesinden itibaren hangi süre
içinde ortak hayatın yeniden kurulamamasının evlilik birliğinin temelinden
sarsılmış sayılmasını gerektireceğini belirlemek de kanun koyucunun
takdir yetkisi kapsamında kalmaktadır. (AYM, E.1996/47, K.1997/43, 8/4/1997;
E.1997/22, K.1997/44, 8/4/1997).
10. Diğer yandan mülga 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı
Türk Kanunu Medenisi’nin 162. maddesinin ikinci fıkrasında “Boşanma veya ayrılık davası ikame edildikten sonra karı kocadan
her biri, dava devam ettikçe, diğerinden ayrı yaşamak hakkını haizdir.”
denilmiştir 4721 sayılı Kanun’da aynı düzenlemeye yer verilmemiş ise de anılan
Kanun’un 169. maddesinde boşanma veya ayrılık
davasının açılması hâlinde hâkimin davanın devamı süresince gerekli olan
özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, malların yönetimine ve çocukların
bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri resen alacağı belirtilmiştir.
11. Yargıtay uygulamasında Kanun’un
yürürlüğe girmesinden sonraki
dönemde de boşanma davasının açılması ile birlikte
eşlerin ayrı yaşama haklarının doğduğu kabul edilmektedir (bu yöndeki kararlar
arasında bkz. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, E.2010/16006, K. 2011/18864
17/11/2011; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu,
E.2017/2-1286, K.2049/142, 14/2/2019). Bununla
birlikte boşanma davasını
reddine ilişkin kararın kesinleşmesinin ardından eşlerin birlikte yaşama
yükümlülüklerinin tekrar gündeme geleceği açıktır.
12. Buna göre kuralda belirtilen üç yıllık sürenin eşlerin
ayrı yaşamalarına imkân tanınan dönemin tamamlanmasından sonra başlamasını
öngörmek kanun koyucunun takdirindedir. Başka bir ifadeyle ortak hayatın
yeniden kurulamaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmış
sayılabilmesi için geçmesi gereken sürenin eşlerin birlikte yaşama
yükümlülüklerinin bulunduğu tarihten itibaren işlemeye başlamasının öngörülmesi
mümkündür.
13. Bu itibarla kanun koyucunun takdir
etki yetkisi kapsamında kalan kuralla özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini
isteme hakkına getirilen sınırlamanın aileyi koruma amacına ulaşma bakımından
gerekli olmadığı söylenemez.
14. Kuralın da yer aldığı maddenin gerekçesinde “Madde yürürlükteki Kanunun 134 üncü
maddesinden 3444 sayılı Kanunla yapılmış
olan değişikliklerle birlikte
aynen alınmış, herhangi
bir değişiklik yapılmamıştır.” İfadesine yer verilmiştir.
15. Mülga 743 sayılı Kanun’un 4/5/1988 tarihli ve 3444
sayılı Kanun’un 4. Maddesiyle değiştirilen 134. maddesinin dördüncü fıkrasında
ise “Boşanma sebeplerinden herhangi
biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın
kesinleştiği tarihten itibaren üç yıl geçmesi halinde, her ne sebeple olursa
olsun müşterek hayat yeniden kurulamamışsa eşlerinden birinin talebi üzerine
boşanmaya karar verilir.” Denilmiştir.
16. 3444 sayılı Kanun’un
genel gerekçesinde özetle;
eşlerin uzun süredir
ayrı yaşamalarının olayın tüm
şartları dikkate alındığında evlilik birliğinin devamında yararsız kalmadığını
gösteren önemli unsurlardan biri olduğu, bu itibarla her ne sebeple olursa
olsun açılmış bir boşanma davasının reddine karar verilmesi ve bu ret kararının kesinleştiği tarihten beş yıl geçtiği hâlde ortak
hayatın yeniden kurulamamış olması durumunda eşlerden birinin talebi üzerine
boşanmaya karar verilebileceğinin ön görüldüğü ifade edilmiştir.
17. Anılan Kanun’un 4. maddesinin gerekçesinde de dördüncü
fıkrasıyla uzun süre fiilen ayrı yaşayan eşlerin boşanmalarına imkân tanındığı,
toplumda beş hatta on yıl ve daha fazla süre ayrı yaşamakta olan eşlerin
bulunduğu, açtığı boşanma davası reddedilen ve ortak hayata geri dönmek isteyen
tarafı yasal yaptırımların ortak hayata dönmeye zorlayamayacağı, bu nedenle
maddeye söz konusu fıkranın eklenmesinin uygun görüldüğü, ortak hayatın yeniden
kurulmasının eşlerin evlenmenin genel hükümlerinden kaynaklanan hakların
kullanılması ve yükümlülüklerin yerine getirilmesini üstlenecek şekilde bir
araya gelmesini ifade ettiği, fiilen ayrı yaşayan eşlerin çocuklar yüzünden
veya zorunlu ya da münferit nedenlerle bir araya gelmelerinin ortak hayatın
yeniden kurulması şeklinde yorumlanamayacağı belirtilmiştir. Adalet
komisyonunda yapılan görüşmelerde ise fıkradaki beş yıllık süre üç yıla
indirilmiştir.
18. Bu itibarla kuralla boşanma davasının reddedilmesinin
ardından ortak hayatın kurulamadığı durumlarda uygulanacak herhangi bir hüküm
bulunmamasının eşleri aşırı bir külfet yükleyeceği değerlendirilmek suretiyle boşanma
davasının reddine ilişkin
kararın kesinleşmesinden sonra
ortak hayatın yeniden kurulamadığı durumlarda uygulanmak üzere evlilik
birliğinin temelinden sarsılmasına yönelik bir düzenlemenin öngörüldüğü
açıktır. Ayrıca kuralda öngörülen sürenin makul düzeyde
belirlenmediği söylenemez. Buna göre kuralda özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi isteme
hakkına getirilen sınırlama ile ailenin korunmasına yönelik meşru amaç arasında
makul bir dengenin kurulduğu anlaşılmaktadır.
19. Kaldı ki kural boşanma davasının reddine ilişkin
verilen kararın kesinleşmesinden itibaren üç yıl geçmeden boşanma
kararı verilmesini imkânsız
hale getirmemektedir. Nitekim
eşlerin herhangi bir boşanma
sebebine dayanarak anılan süre geçmeden
de dava açabilmeleri mümkündür.
20. Bu kapsamda Kanun’un 166. maddesinin üçüncü fıkrasında
evlilik en az bir yıl sürmüş olması durumunda eşlerin
birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin
davasını kabul etmesi hâlinde
evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı, bu durumda boşanma kararı
verilebilmesi için hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe
açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın
mali sonuçları ile çocukların durumu
hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması gerektiği,
hâkimin tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde bulundurmak suretiyle
anılan aşamada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabileceği, bu değişikliklerin
taraflarca da kabulü hâlinde ise boşanmaya karar verileceği, bu durumda
tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağına ilişkin hükmün uygulanmayacağı
belirtilmiştir.
21. Bu itibarla söz konusu fıkra uyarınca işlerin
anlaşarak boşanmalarını da imkân tanınmıştır.
Başka bir ifade ile kuralda
öngörülen süre henüz geçmemiş olsa dahi fıkraya
göre eşler anlaşmak suretiyle boşanabilecektir. Eşlerin fıkra da belirtilen
şekilde anlaşamamaları ve boşanma kararı verilmesini gerektiren
yeni bir hukuki durumunda bulunmaması hâlinde ise kuralda öngörülen süreden
önce boşanmaları mümkün olmayabilecektir.
22. Bununla birlikte ilgililerin aile kurumu ile eşlerine
karşı ödev ve sorumlulukları göz önünde bulundurulduğunda boşanma davasının
reddine karar verilmesinin ardından ortak hayatın yeniden kurulamamış olmasının
belirli bir sürenin geçmiş olması şartıyla boşanma nedeni olarak kabul edilmesi
orantısız bir külfet
olarak değerlendirilemez. Başka bir ifadeyle
boşanma özel hayata saygı gösterilmesini isteme
hakkıyla doğrudan ilişkili ise de boşanmaya ilişkin usul ve esasların
ilgililerin özgür iradeleri ile kurdukları evlilik birliği kapsamındaki
yükümlülükleri ile ailenin anayasal önemi göz önünde bulundurulmak suretiyle belirlenmesinin
makul karşılanması gerekir.
23. Buna göre boşanma davasının reddine ilişkin kararın
kesinleşmesinden itibaren üç yıl geçmeden ortak hayatın yeniden kurulamaması
nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılmaması eşlere
katlanamayacakları bir külfet yüklememektedir.
24. Bu itibarla orantılılık alt ilkesi ile de çelişmeyen
kural ölçülülük ilkesini ihlal etmemektedir.
25. Açıklanan nedenlerle kuralın Anayasa’nın 13. ve 20.
maddelerini aykırı olmadığına ve itirazın reddine karar verilmesi gerektiğini
düşündüğümden çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmadım.
Üye
İrfan FİDAN